Şeref ve İtibarın Korunması


T.C. ANAYASA

Genel Kurul

Esas:  2013/6237

Karar: 2015/

Karar Tarihi: 02.07.2015

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  1. Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Radikal gazetesinde (gazete) çıkan haberlere (basın açıklamalarına) karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
  1. BAŞVURU SÜRECİ
  1. Başvuru, 16/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
  1. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
  1. Bölüm tarafından 10/6/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula şevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Olaylar
  1. Başvuru formu ve eklerinde belirtilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
  1. Başvuruculardan Ahmet Oğuz Çinko elektrik teknisyeni, Erkan Çelik ise mimar olarak Kültür ve Turizm Bakanlığında (Bakanlık) çalışmaktadırlar. Gazetenin 14/5/2013 tarihli nüshasının 6 ve 7. sayfalarında “Yapılmayan İşe I Milyon 200 Bin Lira” başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Söz konusu haberde Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğünce yapılan ihalede yüklenici tarafından hiçbir iş yapılmamasına rağmen usulsüz olarak 1.200.000 TL tutarında hak ediş ödemesi yapıldığı iddia edilmiştir. Habere göre Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü, teknik personelden şirkete ödeme yapılması için hak ediş düzenlemelerini istemiş ancak personel bu talebi kabul etmemiş, bunun üzerine Bakanlıkça görevlendirilen başvurucular Antalya’ya giderek söz konusu hak edişleri imzalamışlardır.
  1. Gazetenin 15/5/2013 tarihli nüshasının 1 ve 3. sayfalarında ise “İş Yapmayan Müdür Açığa Alındı” başlığıyla yeni bir haber yayımlanmış, önceki haber üzerine Bakanlığın müfettiş görevlendirdiği ve Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü’nün açığa alındığı bildirilmiştir. Aynı haberde, söz konusu inşaat işine ilişkin olarak Bakanlık tarafından yapılan basın açıklamasına da yer verilmiştir.
  2. Başvurucular, davalı gazeteye gönderdikleri cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması üzerine cevap ve düzeltme hakkını kullanmak maksadıyla tekzip yazısının yayımlanması için Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuşlardır. Başvurucular, söz konusu haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Başvurucular, haberde geçen; yüklenici tarafından hiçbir iş yapılmadığı, ihale bedeli, yükleniciye 1.200.000 TL ödeme yapıldığı, kendilerinin görevlendirilmek suretiyle 17/12/2012 tarihinde Antalya’ya gönderildikleri, elektrik işi dışında hiçbir iş yapılmadığı halde kendilerinin imzasıyla ödeme yapıldığı, aslında henüz yapılmamış olmasına rağmen kendilerince hazırlanan hak ediş raporunda bazı yapıların bitirilmiş olduğunun gösterildiği, Kültür ve Turizm Bakanı’nın müdahalesi üzerine yolsuzluğun ortaya çıktığı iddiaların tümüyle gerçek dışı olduğunu iddia etmişlerdir.
  1. Başvurucular talep dilekçesine delil olarak gazete suretlerini eklemişlerdir. Bu tür taleplerde uygulanan usul gereği talep dilekçesi karşı taraf olan gazete sorumlu müdürü ile gazetenin sahibi olan gerçek veya tüzel kişiye tebliğ edilmemiştir. Başvurucuların dilekçesi ve sunduğu deliller üzerinden inceleme yapan ilk derece mahkemesi, 6/6/2013 tarihli kararında, şikayet konusu gazete nüshalarında “içeriği itibari ile haber ve yorum niteliğinde yazıların bulunduğu, yazıların kaynağının gösterildiği, bu çerçevede de yazıların basın, yayın ve haber alma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle başvurucuların talebini reddetmiştir.
  1. İtiraz üzerine Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesi, 4/7/2013 tarihli kararıyla söz konusu kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle başvurucuların itirazını kesin olarak reddetmiştir. Bu karar, başvurucular vekiline 24/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
  1. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 16/8/2013 tarihinde yapılmıştır.
  1. İlgili Hukuk
  1. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı 14. maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:

“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.

Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hakiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.

Sulh ceza hakiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hakim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hakiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.

  1. 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hakim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.

Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hakim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilan şeklinde yayımlanmasına da karar verir.”

  1. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/1/2007 tarihli ve E.2007/4-14, K.2007/32 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Anayasa’nın 28. maddesinde düzenlenen ‘basın özgürlüğü’ ilkesinin özel hukuk alanındaki sınırlaması MK.nun 24-25 ve BK.nun 49. maddeleridir. Basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğu vardır. Bunun içindir ki basının yayın yaparken yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylarındaki hukuka aykırı eylemlerden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışındaki bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ancak basın özgürlüğü ile kişilik değerleri karşı karşıya geldiğinde, çatışan iki değer aynı zamanda korunamayacağına göre somut olaydaki olgular itibariyle birinin diğerine üstün tutulması gerekir. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygun olacağı kabul edilecektir. Basının haber verme görevini yerine getirirken kullanacağı bu hakkın özel hukuk alanındaki sınıfı; gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılık kuralları olarak belirlenmiştir. Haber verme bu sınırlar içinde kullandığı sürece hukuka uygundur. Bu unsurlardan biri olan gerçeklik; verilen habere ya da anlatılmak istenen amaca ve hedefe konu olan içeriğin, yayın sırasında olayla ilgili durumuna uygunluğudur. Diğer bir anlatımla gerçeklik somut gerçeklik olmayıp, haberin verildiği andaki beliriş biçimine, görünürdeki gerçeğe uygunluktur. ”

  1. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 14/10/1993 tarihli ve E.1993/4911, K. 1993/5847 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Haberin gerçekliğine yönelik hakim incelemesinin objektif ölçülere dayanması, ilgilisince gerçeğe aykırı sayılmasının değil basının haber verme hakkının ve toplumun bilgi edinme olanağının sınırlanmasına yol açmayacak biçimde görünürdeki gerçeğe uygun olup olmadığının asıl alınması; maddi gerçek araştırılma durumunda olmadığı için ortada görünen durum ve tarafların iddialarını kanıtlamak için sundukları bilgi ve belgeler değerlendirilmek suretiyle sonuca ulaşılması, hukukumuzda cevap ve düzeltme sistemimizce benimsenen yöntem(dir.) ”

  1. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/3/2009 tarihli ve E.2005/16901, K.2009/2638 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:

“5187 sayılı Basın Kanunu 14. maddesi uyarınca cevap ve düzeltme hakkı, basının haber verme hürriyetinin sınırlanmasına yol açacak şekilde kullanılamayacağı gibi, eleştiri sınırları içerisinde ele alınan ve objektif olarak verilen bir haberin de cevap ve düzeltme konusu yapılamayacağı!…) gözetilme(lidir.)”

  1. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İlke” kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:

“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”

  1. 4721 sayılı Kanun’un “Davalar” kenar başlıklı 25. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

“Davacı, hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.

Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.

Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.”

  1. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhtiyati tedbirin şartları” kenar başlıklı 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir karan verilebilir.”

  1. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Genel olarak” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür. ”

  1. 6098 sayılı Kanun’un “Kişilik hakkının zedelenmesi” kenar başlıklı 77. maddesi şöyledir:

“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir. ”

  1. 6098 sayılı Kanun’un “Genel olarak” kenar başlıklı 77. maddesi şöyledir:

“Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.

Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.” 23. 6098 sayılı Kanun’un “İşin işgörenin menfaatine yapılması halinde” kenar başlıklı 530. maddesi şöyledir:

“İşsahibi, kendi menfaatine yapılmamış olsa bile, işgörmeden doğan faydaları edinme hakkına sahiptir; ancak zenginleştiği ölçüde, işgörenin masraflarını ödemek ve giriştiği borçlardan onu kurtarmakla yükümlüdür. ”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  1. Mahkemenin 2/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 16/8/2013 tarihli ve 2013/6237 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
  1. Başvurucuların İddiaları
  1. Başvurucular, Kültür ve Turizm Bakanlığında çalıştıklarını, söz konusu gazetede iftira, hakaret, tehdit ve suçlayıcı ifadeler içeren haberin yayımlanması üzerine tekzip yayımlanması için yargıya müracaat ettiklerini ancak derece mahkemelerince taleplerinin reddedildiğini, anılan karara karşı yaptıkları itirazın da kesin olarak reddedildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, söz konusu haberler nedeniyle yolsuzluk yapan kişilere yardım eden, rüşvet alan kişiler konumuna sokulduklarını belirterek Anayasa’nın 19., 32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği, düzeltme ve cevap, adil yargılanma, temel hak ve hürriyetlerin korunması haklarının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tekzip yazısının yayımlanması ve zararlarının tazmini talebinde bulunmuşlardır.
  1. Değerlendirme
  1. Başvurucular, haklarında gazetede yayımlanan haberler nedeniyle Anayasa’nın 19., 32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş iseler de belirtilen ihlal iddiasının özü, söz konusu gazete haberlerinin, şeref ve itibarlarına yönelik bir müdahale oluşturduğudur. Bu sebeple mevcut davanın koşullarında şikayetlerin bir bütün olarak Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
  1. Öte yandan başvurucular, söz konusu gazetedeki haberde bazı suçlayıcı ifadeler yer aldığını, tekzip taleplerinin reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini de ileri sürmüşlerdir.
  1. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Masumiyet karinesi, bir kimsenin mahkûmiyetine karar verilmeden devlet yetkililerince o kimsenin suçlu olduğuna dair yapılacak beyanlara karşı da korunmuştur. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alman ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, yürütülmekte olan bir soruşturma hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası bilginin, gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (bkz. Kadir Sağdıç (GK), B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Allenet de Ribemont/Fransa, B. No: 15175/89, 10/02/1995, § 41).
  1. Henüz hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunmayan kişilere yönelik olarak devlet görevlilerinin ifadeleri veya kışkırtmasına dayanan basın ve yayın organlarındaki yazılar veya bazı küçük düşürücü ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Buna karşın kamu menfaatinin söz konusu olduğu durumlarda basın ve yayın organlarında yazılar yayımlanması ile haberlere ve yorumlara yer verilmesinin beklenmesi gereken bir olgu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır (bkz. Kadir Sağdıç, § 29; son cümleye ilişkin benzer yöndeki bir değerlendirmenin yer aldığı AİHM kararı için bkz.J(./Norveç, B. No: 3444/67, 16/07/1970).
  1. Somut olayda başvurucular, bu şekilde yayınlar yapılması nedeniyle herhangi bir kamu gücünü kullanan organ veya yetkili hakkında şikayetçi olmamışlardır. Başvurucular genel olarak yayınların yapılması sırasında ve daha sonra devletin, itibarlarını korumadığından şikayetçi olmuşlardır. Bu çerçevede, başvuruya konu haberlerde dile getirilen iddialar ve kullanılan üslup nedeniyle başvurucuların suçlu olduğu inancı yansıtılmış olsa bile söz konusu haber ve yorumların devlet yetkililerinin açıklamalarına dayandığı veya bunların söz konusu haber ve yorumların yapılmasına neden oldukları yönünde bir şikayette de bulunulmadığı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki şikayetin de Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir (Kadir Sağdıç, § 30, 31).
  1. Somut başvuruda başvurucu, şeref ve itibarına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca sulh ceza mahkemesine başvurarak cevap ve düzeltme talebinde bulunmuş, diğer yollara başvurmamıştır.
  1. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündit ve Recep Gündüz, B. No. 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19-20).
  1. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucuların şikayetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şekli olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, hukuk sisteminde yalnızca birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucuların kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucuların başvuru yollarının tüketilmesi noktasında kendilerinden beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediği incelenirken başvurunun özellikleri dikkate alınmalıdır (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ilhan/Türkiye, B. No: 22211m, 27/7/2000, §§ 56-64).
  1. O halde somut başvuruda yapılması gereken, devletin pozitif yükümlülüğünün sulh ceza mahkemelerinin yetkisinde bulunan cevap ve düzeltme yolunun mutlaka kullanılmasını gerekli kılıp kılmadığını değerlendirmektir. Başka bir deyişle sulh ceza mahkemeleri nezdinde bulunan cevap ve düzeltme yolunun başvuruya konu basın açıklamaları nedeniyle şeref ve itibar hakkının korunmadığı yönündeki şikayetler açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olup olmadığı tespit edilmelidir.
  1. Genel İlkeler
  1. Kişinin Manevi Bütünlüğü
  1. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah Doğtaş, B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Başka bir deyişle kişisel itibarın korunması hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan saldırılara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, § 36; İlhan Cihaner, B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 42).
  1. AİHM, kişisel şeref ve itibara yapılan müdahaleleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM’e göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi tarafından korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (Bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AGI Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara kaşı bir kimsenin itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, § 19 ve 30) eleştirel bir gazete makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre (k.k.), B.No: 14991/02, 14/06/2005) özel yaşam kapsamında görülmüştür.
  1. Kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Bkz. Pfeifer/Avusturya, § 35) ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (bkz. Kadir Sağdıç, § 38; İlhan Cihaner, § 44).
  1. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının belli bir ağırlık düzeyine erişmiş olması ve kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasını güçleştirecek şekilde yapılmış olması gerekir. Ayrıca öngörülebilir şekilde, kişinin kendi eylemleri sonucu ortaya çıkabilecek itibarının zedelenmesi olgusundan şikayet etmek için Anayasa’nın 17. maddesi ileri sürülemez (bkz. Kadir Sağdıç, § 39; İlhan Cihaner, § 45, 56; benzer bir değerlendirme için bkz. Mater/Türkiye, B. No: 54997/08, 16/7/2013, §52).
  2. İnceleme konusu olan davaya benzeyen diğer davalarda söz konusu olan, devletin bir eylemi olmayıp yargı mercilerinin, başvurucuların kişisel itibarlarına sağladıkları korumanın yetersiz olduğu iddiasıdır. Anayasa’nın 17. maddesi esas olarak kamu görevlilerinin keyfi müdahalelerine karşı bireyi korumayı amaçlasa da söz konusu madde sadece devletin bu tür müdahalelerde bulunmasından kaçınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi ve manevi varlığına etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif yükümlülükler eklenebilir. Bu yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerini de kapsayacak şekilde, kişisel itibarının korunmasını isteme hakkına saygının güvence altına alınması amacıyla birtakım tedbirler alınmasını gerektirebilir (Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamında benzer kararlar için bkz. X ve Y/Hollanda, § 23; Von Hannover/Almanya (no 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 98). Bu tedbirlere, kişisel itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da başvurulabilir (bkz. Kadir Sağdıç, § 40; İlhan Cihaner, § 47).
  1. Başvuruya konu sözler ve iddialar (§ 6) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına güçleştirecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç, § 39; İlhan Cihaner, § 45, 56).
  1. Şeref ve İtibara Yapılan Müdahalelerde Başvurulabilecek Hukuki Yollar
  1. Üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma yolları öngörülmüş olmakla birlikte bir ihlal iddiasına ilişkin olarak başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması durumunda kural olarak başvurucunun aynı amacı taşıyan başvuru yollarının tamamını tüketmesi beklenemez (bkz. S.S.A, § 30).
  1. Gerçekten de şeref ve itibara yönelik müdahale nedeniyle, sözgelimi 5187 sayılı Kanun hükümlerine veya diğer ceza kanunlarına göre ceza davası açılması yoluna başvurulabileceği gibi hukuk muhakemelerinde tanınan yollara da başvurulabilir. Özel hukuk davaları yoluyla örneğin müdahalenin önlenmesi, durdurulması veya devam eden müdahaleye son verilmesi istenebilir; müdahalenin hukuka aykırılığının saptanması, mahkemenin alacağı kararın veya cevap ve düzeltme metninin yayımlanması ya da üçüncü kişilere bildirilmesi istenebilir, maddi veya manevi tazminat davaları açılabilir (§ 16-17, 19). Gecikmesinde sakınca bulunan ve ciddi bir zararın doğacağı anlaşılan hallerde, tehlike veya zararın önlenmesi için hakimden gereken tedbirlere karar vermesi istenebilir (§ 18). Bunlardan başka, basın yoluyla kişilik haklarına müdahalede bulunulan kişi, açıklamalarından dolayı sebepsiz yere zenginleşen kişi aleyhine sebepsiz zenginleşme davası açabilir (§21) veya yayın nedeniyle elde ettiği kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine ödenmesini isteyebilir (§ 22).
  1. Cevap ve Düzeltme Hakkı
  1. Öncelikle cevap ve düzeltme hakkının, bir yayında kendisinden bahsedilen herkese, aynı yayın organını kullanarak kendi bakış açısını yansıtma imkanı veren anayasal bir hak olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrasında “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.” denilmiştir.
  2. Cevap ve düzeltme hakkı, bir kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu yayma cevap vermek ve düzeltmeyi istemek hakkıdır. Bu hak ile kişi; saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına medyanın verdiği zararlara karşı kendini korumaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya, B. No: 13010/87, 12/7/1989).
  1. 5187 sayılı Kanun’un 14. maddesine göre cevap ve düzeltme hakkı sadece basılmış eserler için ve bunlar arasında sadece süreli yayınlar için kabul edilmiş bir haktır. Basın açısından ise cevap ve düzeltme hakkı, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasına karşı başvurulan ve klasik yargılama faaliyetlerinden daha kısa sürede netice alınmasını sağlayan bir tür müeyyidedir. Süreli yayındaki bir yazının kötü tesirleri nasıl geniş bir alana süratle yayılıyorsa, cevap ve düzeltmeyle bunun giderilmesinin de aynı geniş alanda ve süratle gerçekleşmesi sağlanarak kişilerin koruması amaçlanmaktadır.
  1. Söz konusu kurala göre bu yola, kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayın yapılması halinde başvurabilmek mümkündür. Fakat gerçeğe aykırı basın açıklamalarının objektif olarak gerçek dışı olması şarttır. Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna göre bir haberi hukuka uygun kılan unsurlardan birisi olan “gerçeklik; verilen habere ya da anlatılmak istenen amaca ve hedefe konu olan içeriğin, yayın sırasında olayla ilgili durumuna uygunluğudur. Diğer bir anlatımla Yargıtaya göre basın yönünden gerçeklik, somut gerçeklik olmayıp haberin, verildiği andaki beliriş biçimine, görünürdeki gerçekliğe uygunluğudur (§ 14). Buna karşılık, haber veya yoruma konu olan kişi yönünden olayın başka türlü olması cevap hakkını doğurmaz. Bunun için haber ve yorumdaki kendisiyle ilgili hususların objektif olarak gerçeğe aykırı olduğunun ispatı gerekir. Bu nedenle cevap hakkını kullanmak isteyen kişiye, gerçeğe aykırı basın açıklamasının objektif olarak gerçek dışı olduğunun ispatı ve bunun delillerini sunma külfeti yüklenmiştir (§ 15).
  1. Anayasa’nın 32. maddesinde “kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması” hallerinden bahsedilmektedir. Şeref ve itibara “dokunan” her yayının “kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal” etmesi söz konusu olmayacağına göre cevap ve düzeltme yolu yalnızca şeref ve itibara müdahale edildiği hallerde değil, ancak şeref ve itibara hukuka aykırı müdahale edildiği hallerde kullanılabilir. Hukuka aykırılık ise bu değerlere yönelik “gerçek dışı açıklamalar varsa” söz konusu olabilir. Bunun sonucu olarak bir kişinin şeref ve itibarına müdahale edilmesine rağmen yapılan yayın gerçeğe uygun ise cevap ve düzeltme talebi reddedilebilecektir.
  1. Sulh Ceza Hakimliklerinde Cevap ve Düzeltme Yolu
  1. Hukuk sistemimizde cevap ve düzeltme hakkının, başvurudaki gibi sulh ceza hakimliklerine başvurmak suretiyle veya hukuk mahkemelerinde açılacak nizalı dava yolu ile kullanılabilmesi mümkündür. Hukuk sistemimizde tekzip talebi olarak da ifade edilen sulh ceza hakimine başvuru yolunun şeref ve itibarın korunması bakımından etkili bir yol olup olmadığının tespit edilmesi için bir bütün olarak cevap ve düzeltme yolunun koşullarının gözetilmesi gerekir. 5187 sayılı Kanun’un 14. maddesine göre düzeltilecek basın açıklamasının kapsamını aşmayan, bir karşı saldırı ya da haksız fiil oluşturmayan cevap ve düzeltme açıklaması kanunda gösterilen süreler içerisinde ilgili basın kuruluşuna gönderilir. Kanun’da öngörülen sürelerde cevap ve düzeltmenin yayımlanmaması halinde sulh ceza hakimine başvuru hakkı doğmaktadır.
  1. Cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir. Bir basın açıklaması ile şeref ve itibarının ihlal edildiğini veya açıklamanın gerçeğe aykırı olduğunu düşünen kişi, yetkili sulh ceza hakimliğine başvurarak hazırladığı cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu istemi üç gün içerisinde ve duruşma yapmaksızın evrak üzerinde yapacağı inceleme sonunda karara bağlamak zorundadır. Sulh ceza hakiminin talebin kabulüne dair kararının kesinleşmesi ve ilgili yayın organınca cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması halinde yayın organının sorumlu müdürü ve onun bağlı olduğu yetkili, adli para cezası ile cezalandırılabilir.
  1. Görüldüğü üzere cevap ve düzeltme talebi üzerine sulh ceza hakimi talep sahibinin sunduğu evrak üzerinden inceleme yapmakta dolayısıyla ilgili yayın organı ve sorumlular, yapılan başvurudan haberdar olmamaktadırlar. Dahası aleyhlerine cevap ve düzeltme talep eden ilgililer, duruşma açılmayacağı için nizalı davalardaki gibi duruşmada hazır bulunamamakta, kendilerini savunamamakta; hakimin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil, mütalaa ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamamakta ve bunlar hakkında yorum yapamamaktadırlar. Cevap ve düzeltme yolu; çekişmesiz bir yargı yolu olduğu, başka bir deyişle karşı taraf bulunmadığı için karardan etkilenecek basın organının temsilcileri ile sorumlu kişiler silahların eşitliği ilkesinden faydalanamamakta, davacının iddiaları karşısında deliller de dahil olmak üzere savunmalarını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olamamaktadırlar.
  1. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yolu ile kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında da bir kesin hüküm teşkil etmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkı, Anayasa’nın İkinci Kısım’ının “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı İkinci Bölüm’ünde güvence altına alınan, kitle iletişim araçları tarafından bireylerin şeref ve itibarlarına yönelik olarak yapılan müdahaleleri gecikmeksizin bertaraf edebilmek ve böylece kişilik hakkının diğer koruma yollarına nazaran daha hızlı korunmasını sağlamak amacıyla tanınmıştır. Bu sebeple cevap ve düzeltme hakkı bir müeyyide niteliği taşımasına rağmen bu hakkın kullanılması ya da kullanılmaması, hak sahibinin bu nedenle diğer dava haklarını kullanmasını etkilemez.
  1. Cevap ve Düzeltme Hakkı ile İfade Özgürlüğü İlişkisi
  1. Cevap ve düzeltme hakkı, ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü sınırlayan haklardan biridir. Cevap ve düzeltme hakkını kullanmak basın organının ifade özgürlüğüne müdahale teşkil eder (Ediciones Tiempo S.A./İspanya, §§ 56-64). Zira basın, istediğini yayımlamak ya da yayımlamamak konusunda serbesttir. Fakat basının, cevap metni karşısında serbestliği bulunmamakta, cevap metnini yayımlaması gerekmektedir. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi, basının sorumlu olması istenilen bir durum olsa da bu sorumluluğu devlet eliyle sağlamaya çalışmanın anayasaya uygun olmadığına karar vermiştir. Mahkeme, cevap hakkının devlet eliyle basma ulaşma hakkı olduğu ve kamusal tartışmanın çeşitliliği ve çoğulculuğu üzerinde kaçınılmaz bir biçimde sınırlama ve zayıflatma etkisi yaratacağı sonucuna varmıştır (Miami Herald Publication Corparation/Tornillo, 418 U.S. 241, 25/6/1974).
  1. Anayasa’nın ifade özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesine göre bilgilerin kamu otoritesinin müdahalesi olmadan alınıp verilmesi gerekmektedir. Ancak aynı maddenin ikinci fıkrasında ifade özgürlüğünün belirli sınırlamalara tabi tutulabileceği, bu sınırlama şartlarından birinin de “başkalarının şöhret veya haklarını” korumak olduğu dikkate alındığında cevap ve düzeltme hakkının bu sınırlama kapsamında olduğu kabul edilmelidir (Benzer değerlendirmeler için bkz. Melnychuk/Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2). Bu itibarla anılan hakkın geniş gerekçelerle kullanılmasını sağlamanın veya bu hakkın etki alanını genişletmenin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlali sonucunu doğurabileceği hatırda tutulmalıdır.
  1. Öte yandan cevap ve düzeltme hakkı ile kişiler ücretsiz olarak kendileri hakkında yayının muhatabı olmuş kitleye ulaşarak tartışmaya katılmaktadır. Bu hakkın, haber ve bilgilerin farklı kaynaklardan alınması ile haber ve bilgi çoğulculuğunu ve dolayısıyla toplumun doğru bilgilendirilmesini sağlama fonksiyonu da bulunmaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya; Melnychuk/Ukrayna, § 2). O halde cevap ve düzeltme hakkı, aynı zamanda bireyin ifade özgürlüğünün bir parçasıdır ve bu hakkın kullanılmasını sağlamanın, devletin ifade özgürlüğü kapsamında pozitif edim yükümlülüğü olduğu kabul edilmelidir. Kural olarak bir yayında bulunacak yazıları seçme hakkı editoryal bir takdir yetkisidir ancak bazı yazıların yayıncı kuruluş tarafından yayımlanması haklı biçimde talep edilebilir. Öyle ise devlet, kitle iletişim araçlarına erişim talebinin reddedilmesi ile ilgili şartları bireyin ifade özgürlüğüne orantısız müdahale oluşturacak ölçüde bir keyfiliğe bırakmamalı ve söz konusu reddedilmeye karşı yerel makamlar önünde itirazı olanaklı kılacak düzenlemeler yapmalıdır (Melnychuk/Ukrayna, § 2).
  1. İfade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluştur. İfade özgürlüğü, yokluğu halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. Bu sebeple Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olan bu hak, bazı istisnalara tabi ise de bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (bkz. Kadir Sağdıç, § 48; benzer yöndeki AİHM kararı için başka kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
  1. Öte yandan başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi olduğu, onun bu tür konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının eklendiği hatırda tutulmalıdır (bkz. Kadir Sağdıç, § 51).
  1. Bu sebeple mevcut başvuruya benzer başvurularda, başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarının korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun şekilde bir denge kurulması gerekmektedir. Söz konusu dengelemeyi yaparken cevap ve düzeltme hakkının, belli şartlar dahilinde bireyin de ifade özgürlüğünü koruma fonksiyonunun bulunduğu göz önünde bulundurulmalıdır. O halde cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasına ilişkin davalarda bireyin ifade özgürlüğü ile basın araçlarının ifade özgürlüğü arasında da adil bir denge sağlanmalıdır. Aksi takdirde bireyin ifade özgürlüğünün korumasız kalma tehlikesi vardır.
  1. Genel İlkelerin Mevcut Olaya Uygulanması
  1. Yukarıda değinildiği gibi cevap ve düzeltme yolu ancak şeref ve itibara hukuka aykırı olarak müdahale edilen hallerde başvurulan, bireyin şeref ve itibarına yönelik müdahaleleri gecikmeksizin bertaraf edebilmesi amacını taşıyan bir yoldur. Cevap ve düzeltme hakkının amacı, basın hürriyeti ile kişilik hakkı arasında gerekli hassas dengenin kurulmasını sağlamak; kişi ve kuruluşlara haksız zarar veren, onlar hakkında gerçek dışı bilgiler yayan ve şeref ve itibarlarını ihlal eden basın kuruluşlarının sahip olduğu yayını kullanma imkanını, bu kişi ve kuruluşlara vererek bu konulardaki cevabını yayımlamaya basın faaliyetinde bulunanları zorunlu tutmaktır. O halde bu hak, basın özgürlüğünün ve basın mensuplarının haber verme ve eleştiri haklarının özüne dokunmayacak ve aynı zamanda hak sahibinin çıkarlarını koruyacak şekilde kullanılmalıdır.
  1. Başvuru konusu olayda, şikayete konu haberlerde Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğünce sürdürülen bir yapım işinde başvurucuların usulsüz olarak hak ediş belgelerini imzaladıkları ve haberde adı geçen şirkete usulsüz ödeme yaptıkları, bunun üzerine Bakanlığın müfettiş görevlendirdiği ve Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü’nün açığa alındığı iddia edilmiştir. Aynı haberde Bakanlık tarafından yapılan basın açıklamasına da yer verilmiştir. Başvurucular, Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliğine başvurarak söz konusu haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Başvurucuların dilekçesi ve sunduğu deliller üzerinden inceleme yapan Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği başvurucuların talebini reddetmiştir.
  1. Mevcut olayda başvurucunun basın açıklaması nedeniyle müdahale edilen şeref ve itibar hakkı, cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması nedeniyle müdahale edilen ifade özgürlüğü ile gazetenin basın özgürlüğü arasında uygun bir denge kurulması gerekmektedir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: Söz konusu yayının gerçek olup olmadığı, yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, toplumsal ilginin varlığı, konunun güncel olup olmadığı, haber verilirken özle biçim arasındaki dengenin korunup korunmadığı, haber veya makalenin yayımlanma şartları, haber veya makalenin konusu; yayımın içeriği, şekli ve sonuçları ile hedef alman kişinin ünlülük derecesi ve ilgili kişinin önceki davranışları (bkz. Kadir Sağdıç, § 58-66; İlhan Cihaner, § 66-73).
  1. Türk hukuk sisteminde, cevap ve düzeltme hakkının kullanılması yollarından ilki olan ve somut başvuruda kullanılmış bulunan sulh ceza hakimliklerinde çekişmesiz yargı yolu, karardan etkilenecek olan yayın organının sorumlu müdürü ve diğer ilgililerin yargılanma hukukuna yönelik olarak usule ilişkin güvencelerinin kullandırılamadığı dolayısıyla çatışan haklar arasında dengelemenin yapılmasının zorlaştığı bir yoldur. Tekzip kararı, yapılmış bir haberin gerçek dışı olduğunu ve maddi gerçeğin ne olduğunu kamuya bildirme işlevine sahiptir. Çekişmesiz bir dava sonucunda bu kararı verebilmek ancak hukuka aykırılığın ve gerçek dişiliğin çok belirgin olduğu ve zararın süratle giderilmesinin zaruri olduğu hallerde mümkündür. Bu sebeple bireyin şeref ve itibarının korunması için hukuk düzenindeki diğer yollara göre oldukça dar bir alanda etkili bir yol olduğu kabul edilmelidir.
  1. Başvurucular, 5187 sayılı Kanun’un 14. maddesi uyarınca söz konusu haber ve basın açıklamasının kişilik haklarına müdahale oluşturduğu iddiasıyla cevap ve düzeltme talebinde bulunulmuşlardır. Fakat söz konusu haberler nedeniyle başvurucuların şeref ve itibarlarına gerçek dışı basın açıklaması ile hukuka aykırı olarak yapılan müdahalenin çekişmeli bir yargılama yapılmadan, gecikmeksizin ve süratle bertaraf edilmesi ihtiyacı ortaya konabilmiş değildir.
  1. Basın ve yayın organlarınca yapılan bir basın açıklaması nedeniyle şeref ve itibar hakkına hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen müdahalelerde mağdurun asıl gayesinin, zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, koşullara göre diğer ceza veya hukuk yollarının daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olduğu anlaşılmaktadır. Dahası başvurucular, açacakları çekişmeli bir hukuk davasında tekzip metnini yayınlatma taleplerini ileri sürme ve dolayısıyla cevap ve düzeltme hakkını kullanma imkanına da sahiptir.
  1. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde başvurucuların, ortaya çıktığını iddia ettikleri zararın giderimi için uyuşmazlığın esasına dair ve somut başvuru açısından koşullara göre sulh ceza hakimliklerinin görevinde bulunan cevap ve düzeltme yolu dışındaki daha etkili diğer koruma yollarına başvurmadıkları anlaşıldığından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
  1. Açıklanan nedenlerle başvurunun “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Alparslan ALTAN, Serruh KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ve Haşan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.

  1. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Başvurunun, “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Alparslan ALTAN, Serruh KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ve Hasan Tahsin GÖKCAN’ın KARŞI OYLARI ve OYÇOKLUĞUYLA,
  1. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına,

2/7/2015 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

  1. Başvurucular, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetede çıkan haberlerde kendileri aleyhine hakaret, tehdit ve suçlayıcı ifadeler içeren haberler yayınlanması üzerine bu haberlerle ilgili olarak hazırladıkları tekzip metninin yayınlanması için noter vasıtasıyla bildirimde bulunmalarına rağmen bu metnin yayınlanmaması üzerine aynı amaçla yargıya müracaat ettiklerini, ancak derece mahkemelerince taleplerinin yetersiz gerekçelerle ve hukuka aykırı olarak reddedildiğini, anılan karara karşı yaptıkları itirazın da kesin olarak reddedildiğini, böylece Anayasa’nın 19., 32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği, düzeltme ve cevap, adil yargılanma, temel hak ve hürriyetlerin korunması haklarının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
  1. Mahkememiz çoğunluğu tarafından, basın ve yayın organlarınca yapılan bir yayın nedeniyle şeref ve itibar hakkına hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen müdahalelerde mağdurun asıl gayesinin zararının telafi edilmesi olduğu kabul edilerek benzer uyuşmazlıklar açısından, koşullara göre diğer ceza veya hukuk yollarının daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olduğunun anlaşıldığı, başvurucuların ortaya çıktığını iddia ettikleri zararın giderimi için uyuşmazlığın esasına dair ve somut başvuru açısından koşullara göre sulh ceza hakimliklerinin görevinde bulunan cevap ve düzeltme yolu dışındaki daha etkili diğer koruma yollarına başvurmadıkları, bu durumda Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiğinin söylenemeyeceği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
  1. Başvurucular, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin 14-15.5.2013 günlü nüshalarında ve aynı gazetenin internet sayfasında çıkan haberlerde kendileri aleyhine hakaret, tehdit ve suçlayıcı ifadeler içeren haberler yayınlanması üzerine bu haberlerle ilgili olarak hazırladıkları tekzip metninin yayınlanması için noter vasıtasıyla bildirimde bulunmalarına rağmen bu metnin yayınlanmaması üzerine, cevap ve düzeltme hakkını kullanmak maksadıyla bu kez tekzip yazısının yayınlanması için Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuşlardır. Başvurucular, söz konusu haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Başvurucular, haberde geçen yüklenici tarafından hiçbir iş yapılmadığına, ihale bedeline, yükleniciye 1.200.000 TL ödeme yapıldığına, kendilerinin görevlendirilmek suretiyle 17/12/2012 tarihinde Antalya’ya gönderildiklerine, elektrik işi dışında hiçbir iş yapılmadığı halde kendilerinin imzasıyla ödeme yapıldığına, aslında henüz yapılmamış olmasına rağmen kendilerince hazırlanan hakediş raporunda bazı yapıların bitirilmiş olduğunun gösterildiğine, Kültür ve Turizm Bakanının müdahalesi üzerine yolsuzluğun ortaya çıktığına ilişkin iddiaların tümüyle gerçek dışı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu iddiaların Yüklenici Şirket ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kamuoyuna yapılan açıklamalarla da gerçek dışı olduğunun anlaşıldığını ifade etmişlerdir.
  1. Başvurucuların dilekçesi ve sunduğu deliller üzerinden inceleme yapan İlk Derece Mahkemesi, 6/6/2013 tarihli kararında, şikayet konusu gazete nüshalarında “içeriği itibari ile haber ve yorum niteliğinde yazıların bulunduğu, yazıların kaynağının gösterildiği, bu çerçevede de yazıların basın, yayın ve haber alma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesiyle başvurucuların talebini reddetmiştir.
  1. Başvurucuların iddiaları çoğunluk tarafından da Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkı kapsamında incelenmiştir. Yapılan değerlendirmede sulh ceza mahkemelerinin yetkisinde bulunan cevap ve düzeltme yolunun başvuruya konu basın açıklamaları nedeniyle şeref ve itibar hakkının korunmadığı yönündeki şikayetler açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olup olmadığının tespit edilmesi gerektiği belirtilerek somut olayda kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkını koruyucu diğer ceza ve hukuk yollarının daha etkili olduğu düşüncesiyle başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna varılmıştır.
  1. Anayasanın 17. maddesinde düzenlenen kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkını korumak üzere Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu gibi temel kanunlarda kişilerin başvurabileceği genel nitelikte kanun yolları düzenlenmiştir.
  1. Anayasa’nın 32. maddesinde düzenlenen düzeltme ve cevap hakkı da kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkını güvenceye alma amacıyla Anayasa’da özel olarak düzenlenen bir hukuki yoldur. Bu anlamda Anayasa’nın 32. ve Basın Kanunu’nun 14. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunan bu hak kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkını hızlı bir şekilde ve farklı bir yolla koruyan istisnai nitelikte bir başvuru yolu olarak ortaya çıkmaktadır.
  2. Yayın yoluyla kamuoyunda oluşan olumsuz kanaati giderebilecek veya etkisini azaltabilecek en hızlı ve etkili yöntem cevap ve düzeltme hakkının kullanımıdır. Zira, diğer dava yollarına başvurulması halinde yayın tarihi ile verilecek mahkeme kararı arasında uzun zaman geçmesi nedeniyle bu yollar kişi aleyhine kamuoyunda oluşan olumsuz kanaati gidermekte veya etkisini azaltmakta yetersiz kalmaktadır. Bu yönüyle cevap ve düzeltme hakkının korunması açısından öngörülen cevap ve düzeltme talebinde bulunma yolu düzenlendiği alan bakımından etkili bir başvuru yolu ve kamuoyunda oluşan izlenimin etkisini azaltmanın en etkili ve hızlı yöntemidir. Düzeltme ve cevap hakkının temelinde de bireylere diğer başvuru yollarına nazaran daha hızlı ve etkin bir koruma sağlama düşüncesi bulunmaktadır.
  1. İfade özgürlüğünün belirli sınırlamalara tabi tutulabileceği, bu sınırlama şartlarından birinin de “başkalarının şöhret veya haklarını” korumak olduğu dikkate alındığında, cevap ve düzeltme hakkının bu sınırlama kapsamında olduğu kabul edilmelidir, (benzer değerlendirmeler için bkz. Melnychuk/Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2). Haber ve bilgilerin farklı kaynaklardan alınması ile haber ve bilgi çoğulculuğunu ve dolayısıyla toplumun doğru bilgilendirilmesini sağlama fonksiyonu da bulunmaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya, B. No. 13010/87, 12/7/1989; Melnychuki Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2). O halde cevap ve düzeltme hakkı, aynı zamanda, bireyin ifade özgürlüğünün bir parçasıdır ve bu hakkın kullanılmasını sağlamanın, devletin ifade özgürlüğü kapsamında pozitif edim yükümlülüğü olduğu kabul edilmektedir.
  1. Devletin ifade hürriyeti alanındaki pozitif yükümlülüğü elbette kişilere veya kurumlara fikirlerini duyurmak için medyaya erişimde sınırsız bir hak tanınmasını gerektirmez. AİHM’e göre kural olarak gazeteler ve diğer medya kuruluşları, özel kişilerden gelen mektup, makale ve yorumları yayınlayıp yayınlamama konusunda editoryal özerklikten faydalanmalıdır. Bununla beraber çok istisnai koşullarda meşru olarak bir gazeteden, hakaret davası neticesinde verilmiş bir yargı kararının yayınlanmasını, bir özür yazısı ya da tekzip metninin yayınlanması istenebilir. İşte devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında kişilerin medyada kendilerini ifade etme hakkını garanti altına alması gerekebilir. Devlet, kitle iletişim araçlarına erişim talebinin reddedilmesi ile ilgili şartları bireyin ifade özgürlüğüne orantısız müdahale oluşturacak ölçüde bir keyfiliğe bırakmamalı ve söz konusu reddedilmeye karşı yerel makamlar önünde itirazı olanaklı kılacak düzenlemeleri yapmalıdır (Melnychuk/ Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2).
  1. Nitekim anılan kararda atıf yapılan Avrupa Konseyi kararları da bu hususu belirtmektedir. AK Bakanlar Komitesinin cevap hakkına ilişkin (74) 26 sayılı Kararında kişilere haklarında yayınlar konusunda kısa bir sürede düzeltme imkanının aynı değerdeki bir yazıyla sağlanması gerektiğini, kişinin ayrıca yayınlara karşı etkili bir başvuru yoluna sahip olması gerektiğini ifade etmektedir. AK Parlamenter Meclisi 1215 (1993) sayılı Tavsiye Kararına göre, medya konusundaki yasal düzenlemelerin, bilgilerin tarafsız bir şekilde aktarılması, çoğulcu fikir yapısını, cinsiyet eşitliğini ve iddialara maruz kalan her vatandaşa cevap hakkını içerecek şekilde kaleme alınması gerekir. AK Bakanlar Komitesinin cevap hakkına ilişkin (2004) 16 sayılı Tavsiye Kararında kişisel hakları etkileyen ve kişiler hakkında gerçeğe aykırı beyanlar içeren yayınlar hakkında ilgililere cevap hakkı ya da ona eşdeğer bir başvuru yolunun tanınması gerekir. Eğer düzeltme metni hiç ya da gerektiği şekilde yayınlanmaz ise buna karşı yazının yayınlanıp yayınlanmamasına karar verecek bir mahkeme ya da bağımsızlık ve tarafsızlık güvencelerine sahip bir makama itiraz yolunun öngörülmesi gerekir.
  1. AİHM, benzer nitelikte bazı başvurularda, Türk Hükümetinin, başvurucu tarafından ceza davası açılmaması nedeniyle başvurunun “başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez bulunması gerektiği” yönündeki itirazı üzerinde durmamıştır (Ramazan Yıldırım/Türkiye, B. No: 4300/05, 18/5/2010). Aynı şekilde hükümetin tazminat davası açılmadığından kabul edilemezlik itirazı da üzerinde durulmaya değer görülmemiştir (Adnan Oktar/Türkiye, B. No: 42876/05, 10/5/2011). Bu iki kararda da kabul edilemezlik kararı verilmiş ise de, başvurucuların cevap ve düzeltme yolundan sonra tazminat veya ceza davası açma yoluna gitmemiş olmaları nedeniyle başvuru yollarının tüketilmemiş olduğuna yönelik bir sonuca varılmamıştır.
  1. Hatta AİHM, Nazif Yavuz/Türkiye (B. No: 34687/07, 18/11/2014) kararında başvurucunun kendisi hakkında basında çıkan haberlerle alakalı olarak gazetelere bir tekzip metni yayınlamak üzere gönderme dahil hiçbir girişimde bulunmadığını belirterek başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Gerekçede ilgilinin yazının sorumlularına karşı tazminat davası açabileceğini veya cevap ve düzeltme hakkının kullanılması yani tekzip metninin yayınlanması için mahkemelere başvurabileceğini, ancak başvurucunun bu başvuru yollarını tüketmemiş olduğu ifade edilmiştir (§ 37). Buna göre başvurucu kendisi açısından hangi yolu daha tatmin edici olarak değerlendirir ise o yolu kullandıktan sonra başvuru yapabilecektir. Bu yaklaşım AİHM’in başvuru yollarının tüketilmesi açısından benimsediği etkili başvuru yollarından birinin tüketilmesinin yeterli olduğunu kabul eden genel yaklaşımına da uygundur.
  1. AİHM’e göre ihlalin giderimi bakımından potansiyel olarak etkili iç hukuk yolu birden fazla ise başvurucunun bu yollardan sadece birisine başvurması yeterli olup, bu yollardan hangisine başvuracağı konusundaki tercih de başvurucuya kalmıştır (Karakö/Macaristan, B. No: 39311/05, 28/4/2009) Mahkeme bir hukuk yolu tüketilmiş ise, aynı amaca matuf diğer hukuk yolunu tüketmenin gerekli olmadığı düşüncesindedir. Öte yandan dikkat çekilmesi gereken bir husus, kendi amaç ve talebi açısından en uygun hukuk yolunu seçmek konusunda başvurucunun tercih hakkına sahip olduğudur (Ruza Jelıcıc/Bosna Hersek (k.k.), B. No: 41183/02, 15/11/2005). Eğer ulusal hukuk, hukukun farklı alanlarında yani ceza ve medeni hukuk alanında birden fazla hukuk yolu düzenlemişse, Sözleşme’yi ihlal iddiası açısından bu hukuk yollarından sadece biri aracılığıyla sonuç almak isteyen bir başvurucunun, esas olarak aynı amaca sahip diğer başvuru yollarını tüketmesi gerekli değildir (Jasınskı/Polonya, B. No: 72976/01, 6/12/2007, § 27).
  1. Cevap ve düzeltme ile elde edilmek istenen sonuç çoğu zaman kişilik haklarını koruyan diğer hukuk yollarından farklı olarak değerlendirilebilir. Kural olarak başvurucunun cevap ve düzeltme hakkını kullanmadaki amacı, doğru olmadığını iddia ettiği haber veya bilginin kısa sürede düzeltilip doğrusunun yayınlanmasıdır. Diğer hukuk yollarında ise uğranılan zararın giderilmesi veya sorumluların cezalandırılması amaçlanır. Düzeltme ve cevap hakkının kullanılması kişiliği koruyan diğer yollara başvurulmasına engel olmadığı gibi bu yollar birbirinin alternatifi de değildir. Bu bağlamda cevap ve düzeltme hakkı ile diğer hukuki yollar aynı hukuki değeri korumadıklarından birbirleri için başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik sebebi olmamalıdırlar.
  1. Çoğunluk kararında da belirtildiği gibi cevap ve düzeltme hakkının, aleyhine yayın yapılan kimseye, aynı yayın organını kullanarak saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda iddialara cevap verme ve düzeltmeyi isteme imkanı veren anayasal bir hak olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrasında “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.” denilmiştir.
  1. Cevap ve düzeltme hakkı, bir kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu yayma cevap vermek ve düzeltmeyi istemek hakkıdır. Bu hak ile bir kişi, kendisinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına medyanın verdiği zararlara karşı kendini korumaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya, B.No: 13010/87, 12/7/1989).
  1. 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 14. maddesine göre cevap ve düzeltme hakkı sadece basılmış eserler için ve bunlar arasında sadece süreli yayınlar için kabul edilmiş bir haktır. Basın açısından ise cevap ve düzeltme hakkı, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasına karşı başvurulan ve klasik yargılama faaliyetlerinden daha kısa sürede netice alınmasını sağlayan bir tür tedbirdir. Süreli yayındaki bir yazının kötü tesirleri nasıl geniş bir alana süratle yayılıyorsa, cevap ve düzeltmeyle bunun giderilmesinin de aynı geniş alanda ve süratle gerçekleşmesi sağlanarak kişilerin korunması amaçlanmaktadır.
  1. Özellikle sosyal ve görsel medyanın hızının inanılmaz boyutlara ulaştığı günümüzde daha kısa sürede netice alınmasını gerekli kılan hallerde Anayasa’nın 32. ve Basın Kanunu’nun 14. maddelerine uygun olarak cevap ve düzeltme haklarını kullanmak amacıyla gerekli başvuru yollarını tüketmiş olan başvurucuları diğer genel nitelikteki yollara başvurmaya zorlamak bireysel başvurular açısından cevap ve düzeltme hakkını anlamsız hale getirecek bir yaklaşımdır. Tazminat ve ceza davalarının sonuçlanma süreleri gözetildiğinde verilecek kararın başvurucular açısından etkili olacağını söylemek mümkün görünmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkı kullanılarak daha kısa sürede netice alınmasını gerekli kılan hallerde başvurucuların yöneltildiği diğer dava yollarında geçecek süreler ihlali daha da ağırlaştıracaktır.
  1. Kişilerin, kendileri hakkında kamuoyunda oluşan olumsuz imajı kısa sürede cevap ve düzeltme yoluyla tamir etmeyi amaçladığı, ayrıca ve açıkça tazminat veya sorumluların cezalandırılmasını hiçbir şekilde istemediği, yalnızca ve derhal cevap ve düzeltme hakkını kullanmak istediği durumlarda veya düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına konu yayında tazminatı veya cezalandırmayı gerektirmeyecek beyanların kullanıldığı hallerde cevap ve düzeltme hakkını öngören başvuru yolunun en etkili yol olduğu kuşkusuzdur.
  1. Bu nedenle, bireysel başvuru yolunda, başvuru dilekçelerindeki şikayetler ve talepler ile somut olayın özellikleri dikkate alınarak, başvurucuların cevap ve düzeltmeden ziyade sorumluların cezalandırılmasını ve/veya uğradığı zararlar nedeniyle tazminata karar verilmesini istediği durumlarda cezalandırma ve tazminat bakımından etkili diğer hukuk yollarına başvurması gerektiği söylenebilir. Ancak, cevap ve düzeltme hakkının kullanımına ilişkin başvuru yolunu etkisiz bir yol olarak nitelendirmek Anayasa ve Basın Kanununun açık düzenlemelerine aykırı olacağı gibi bireysel başvurunun amacıyla da bağdaşmaz.
  1. Nitekim eldeki işe konu olayda da, cevap ve düzeltme talebini reddeden mahkemenin gerekçesi dikkate alındığında başvurucuların düzeltme ve cevap hakkını kullanmaya yönelik başvuru yolu dışında tüketilmesi öngörülen diğer başvuru yollarından herhangi bir sonuç almaları olanağı da çok fazla görünmemektedir.
  1. Eldeki işte başvurucular açıkça, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin 14-15.5.2013 günlü nüshalarında ve aynı gazetenin internet sayfasında çıkan haberlerde kendileri aleyhine hakaret, tehdit ve suçlayıcı ifadeler içeren haberler yayınlanması üzerine bu haberlerle ilgili olarak hazırladıkları tekzip metninin yayınlanması için noter vasıtasıyla bildirimde bulunmalarına rağmen bu metnin yayınlanmaması üzerine aynı amaçla yargıya müracaat ettiklerini, ancak derece mahkemelerince taleplerinin yetersiz gerekçelerle ve hukuka aykırı olarak reddedildiğini, anılan karara karşı yaptıkları itirazın da kesin olarak reddedildiğini, böylece Anayasa’nın 19., 32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği, düzeltme ve cevap, adil yargılanma, temel hak ve hürriyetlerin korunması haklarının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
  1. Başvuru dilekçesinde “aleyhinde bireysel başvuru yapılan Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi ve Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesinin kararlarıyla başvurucu(ların) hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği, bu ihlaller neticesinde başvurucuların şeref, haysiyet ve saygınlık ve diğer kişisel haklarına yönelik yapılan saldırılara karşı cevap vermek suretiyle bu saldırıların etkilerini bir nebze olsun hafifletme imkanından yoksun kaldıkları, herhangi bir suç işlemedikleri ve bir suçtan da yargılanmadıkları halde anılan gazete haberleri ve bu haberleri onaylayan Mahkeme kararlarıyla suçlu ilan edildikleri” ifade edilmiştir. Sonuç olarak başvurucular anayasal bir hak olan düzeltme ve cevap haklarını kullanmak amacıyla yaptıkları başvuruların hukuka aykırı olarak reddedilmesi üzerine ve bu hakkı kullanmalarını engelleyen kararlar aleyhine başvuruda bulunmuşlardır.
  1. Başvurucular sonuç taleplerinde de daha fazla zarara uğratılmamaları ve haklarının daha uzun süre ihlal edilmemesi için tedbir kararı verilmesini ve mahkeme kararlarının yürütmesinin ve icra yolunun durdurulmasını talep etmişlerdir.
  1. Başvurucuların başvuru dilekçesinde ileri sürdükleri iddialar ve talepleri dikkate alındığında başvuru tamamen cevap ve düzeltme hakkının kullanımına ilişkin bulunmaktadır. Başvurucular bu konuda bizatihi Anayasa’nın 32. maddesiyle de düzenlenmiş bulunan etkili başvuru yolunu tüketerek bireysel başvuruyu gerçekleştirmişlerdir. Bu durumda amaç ve talepleri bakımından etkili bir başvuru yolunu tüketmiş olan başvurucuları sonuç alamayacakları başka başvuru yollarına gitmeye zorlamak bireysel başvurunun amacı ile bağdaşmayacağı gibi başvurucunun hak arama hürriyetine de bir müdahale oluşturacaktır.
  1. Belirtilen gerekçelerle, kabul edilerek esasının incelenmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, çoğunluğun “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna yönelik görüşüne katılmadık.

KARŞI OY

Başvurucunun, aleyhine yer alan bir basın açıklaması nedeniyle müdahale edildiğini düşündüğü şeref ve itibar hakkına karşı yasaca öngörülmüş düzeltme ve cevaplarının yayınlanmasını istemek hakkının Sulh Ceza Mahkemesince “İçerik itibari ile haber ve yorum niteliğindeki yazıların bulunduğu, kaynaklarının gösterildiği, yazıların haber alma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği” gerekçesi ile reddedildiği buna karşın Anayasal şikayet hakkını kullandığı görülmektedir.

Mahkememizce dosyası üzerinde yapılan kabul edilebilirlik incelemesinde şikayet bir bütün olarak Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmeye alınmış ve özetle;

Kişiliğine yöneltilmiş müdahalenin varlığının kabulü yanında yasaca öngörülmüş cevap ve düzeltme hakkının niteliğine vurgu yapılarak, bu yolun kişilik haklarına yapılan müdahaleleri gecikmeksizin bertaraf etmek için tanındığı ve hakkın kullanımının sağlanılmasının devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında olduğu ancak ifade özgürlüğünün bir parçası olarak değerlendirilen bu hakkın Anayasal güvenceler kapsamında bulunduğu, basın özgürlüğü ile ifade hürriyetinin çatışma alanında kalması halinde bu hakların kullanılması yönünden adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiği ifade edilmiş ise de anılan ilkelerin somut olaya uygulanmasına geçildiğinde, cevap ve düzeltme hakkının kullanılması halinde çatışan bu haklar arası dengeleme yapılmasının ZORLUĞU esas alınarak bu yolun, (çelişmesiz bir dava yolu olduğu nitelemesi ile) müdahalede ki hukuka aykırılık açık bir netlik, belirginlik taşımıyorsa kullanılmasından ziyade bu yoldan daha etkili olacağı varsayılan daha etkili bir koruma yoluna başvurulması gerektiği atfı ile, başvuru koşullarının gerçekleşmediği düşüncesi ile Başvuru yollarının tüketilmediği nedeniyle şikayet kabul edilemez bulunmuştur.

Şeref ve itibara yapılmış bir saldırının varlığının tespitine karşın Mahkememiz, bu kabulle Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında kaldığı açık olan ifade hürriyeti kapsamında cevap ve düzeltme hakkını kullanma yolunu seçen kişinin hak ihlalinin tespitini daha etkili olduğunu varsaydığı bir başka dava yoluna bırakmaktadır. Bunu söylerken de çatışan haklarda denge oluşturmanın zorluğunu asıl gerekçe yapmaktadır. Haklar çatıştığında dengelemek uygulayıcının görevi olup dengenin ölçülülüğünü tespit ise mahkemenin görevidir.

Mağdur kişinin tekzip metninin yayınlanması ile mi yoksa açması beklenilen bir tazminat davası sonucu ile mi daha ziyade kendini koruyacağı ve tatmin düzeyine erişeceği yönünde normatif bir düzenleme bulunmamakta olup, insan psikolojisi ile ilintili bu alanın hukuki bir zorunluluğa oturtulması doğru değildir.

Bu halde, açıkça dayanaktan yoksun olmayan başvurunun esas yönünden incelemesi gerekirken Başvuru Yollarının Tüketilmemiş Olması nedeniyle kabul edilmezlik şeklinde oluşan çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.

KARŞI OY GEREKÇESİ

Başvurucular dilekçelerinde, yurt çapında yayın yapan gazetede, haklarında gerçek dışı haber yayımlanması dolayısıyla, Anayasa’nın 32. ve Basın Kanunu’nun 14. maddesinde düzenlenen düzeltme ve cevap haklarını kullanmak isteklerinin yetkili mahkemelerce reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 19., 32., 36. ve 40. maddelerinde yer alan temel haklarının ihlal edildiğini ve ayrıca mahkemelerin ret gerekçelerinin kanuna aykırı ve yeterli olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Başvuru Anayasa Mahkemesince, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkı kapsamında incelenmiştir. Kişi dokunulmazlığı ve maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirme hakkını koruyucu hukuk yolları ilgili kanunlarda düzenlenmiştir. Bunlar örneğin, fail hakkında ceza soruşturma ve kovuşturması yapılması ya da saldırının önlenmesi, tespiti, tazminat istemi veya düzeltme ve cevap yayınlatılması için hukuk davası açılması yollarıdır (Bkz; Türk Medeni Kanunu m. 24, 25; Borçlar Kanunu m. 49, 51, 56; TCK m. 125; CMK m. 234, 237).

İncelenen dosyada basılmış bir eser ile kişilik haklarına bir saldırı söz konusu olduğundan, başvurucular Anayasa’nın 32. ve Basın Kanunu’nun 14. maddeleri uyarınca, düzeltme ve cevap hakkını kullanmak istemiş, ancak bu istemi mahkemece reddedilmiş, itirazı da kabul görmemiştir. Başvurucuların elbette kanunlarda düzenlenen diğer bir hak arama (dava) yoluna başvurmaları olanaklıdır. Fakat başvurucular, olayın kamuoyundaki güncelliği yitirilmeden düzeltme ve cevap haklarını kullanmak istemişlerdir. Bu nedenle öncelikle düzeltme ve cevap hakkının niteliği üzerinde durulmalıdır.

Anayasa’nın 32. maddesinde düzenlenen düzeltme ve cevap hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde korunan hakkı güvenceye alma amacıyla yine Anayasa’da özel olarak düzenlenen bir hukuki yoldur. Bu hak bir yönüyle kişisel bir hakkı korumayı amaçlarken, diğer yandan da basın özgürlüğünü sınırlamaktadır. Buna karşın, yayın yapanla hakkında yayın yapılan kişi arasındaki uyuşmazlığın esasını çözümlemeyi amaçlamadığından, bu hakkın kullanımı klasik bir dava yolu şeklinde değildir. Düzeltme ve cevap hakkı kişiye yalnızca, ilgili yayma cevap verme ve düzeltmek istediği bilgiyi kamuoyuna sunma imkanı tanımaktadır. Diğer taraftan bu hak Anayasa ve kanunda sınırlandırılmış olup her tür yayma karşı kullanılamamaktadır.

Düzeltme ve cevap hakkına ancak, yapılan yayında şerefe saldırı bulunması veya gerçeğe aykırı yayın yapıldığı hallerde başvurulabilecektir. Diğer bir ifadeyle, gazetecinin kamuoyunu aydınlatma görevine ve haber verme hakkına uygun olan yayınlara karşı düzeltme ve cevap hakkı kullanılamayacaktır. İlgilinin, hakkındaki yayında şeref hakkının ihlal edildiği veya gerçeğe aykırı haber yapıldığı iddiası üzerine sulh ceza hakimi, yayının içeriği ile başvuranın dilekçesi kapsamında, mevcut veriler ışığında bu hakkın doğup doğmadığına karar verecektir. Diğer taraftan her mahkeme kararı gibi bu kararın da yeterli gerekçe içermesi ve denetlenebilir olması gerekmektedir (Any. m. 141, CMK m. 34).

Düzeltme ve cevap hakkı, kişilik haklarını koruyucu diğer dava yollarından birkaç yönden farklıdır. Şekli bakımdan; tek taraflı bir başvuru olup, karşı tarafa savunma ve iddialarını ortaya koyma fırsatı tanınmamaktadır. Usul hukuku yönünden nizasız yargı işi vasfındadır ve hakim kararını üç gün içinde vermelidir. Bu hak, gerçeğe aykırı bilgi veya şerefe saldırıya karşı, yine aynı yöntemle ve olayın sıcaklığı geçmeden cevap verilebilmesinin veya düzeltme yapılmasında kişiliğin korunması bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Anayasa ve kanunda, yayının yapıldığı tarihten sonra birkaç gün veya hafta içerisinde bu hakkın kullanılmasına önem verilmiştir. Aslında bir kanun konusu olmasına karşın, hakkın önemi nedeniyle Anayasa’da düzenlenmiştir. Düzeltme ve cevap hakkıyla ilgili kararında hakim bir anlamda tedbir kararı vererek, haber veya yayın güncelliğini korurken kamuoyunun başvurucunun fikirlerine de ulaşması, başvurucunun kendisini kamuoyuna karşı savunması veya kamusal tartışmaya iştirak etmesi temin edilmektedir. Ancak cevap ve düzeltmenin hakim kararıyla yayınlatılmış olması, hak sahibine bundan daha fazla bir hukuki sonuç sağlamamaktadır. Bu nedenle, söz konusu gerçeğe aykırı veya aşağılayıcı yayından dolayı mağdur olduğunu ileri süren kişinin ayrıca tazminat davası açması gerekmektedir.

Düzeltme ve cevap hakkının kullanılması, kişiliği koruyan diğer dava yollarına başvurulmasına engel teşkil etmemektedir. Başka deyişle, Anayasa koyucunun düzeltme ve cevap hakkını düzenlerken koruduğu hukuki yarar ile diğer dava yolları tam olarak örtüşmemektedir. Düzeltme ve cevap hakkı, diğer dava yollarına nazaran sınırlı ve fakat daha kısa süredeki etkisi nedeniyle hakkı daha koruyucu bir etkiye sahiptir. Bu özelliği ve önemi dolayısıyla düzeltme ve cevap hakkı Anayasada özel olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan, kişilik haklarını koruyucu klasik dava ve takip yolları için yapılan, “cezai takip yerine tazminat davası açılmasının daha etkili bir yol olduğu” şeklindeki değerlendirme bu konuda yapılamamalıdır.

İşte bu nedenlerle incelenen olayda başvurucular düzeltme ve cevap haklarını elde edemediklerinden dolayı hak ihlali iddiasında bulunmuşlardır. Müstakil, özel ve etkili bir hak arama yolu olan düzeltme ve cevap verme hakkının esası incelenmeksizin diğer dava yollarına başvuru yolu gösterilmesi, bireysel başvurunun amacına ve ilkelerine aykırıdır.

Başvuruya konu olayda Kültür Bakanlığında kamu görevlisi olan başvurucuların, imzaladıkları hak ediş hakkında gerçeğe aykırı olarak, “yapılmayan işe bir milyon ikiyüz bin lira” başlığı altında haber yapıldığını ileri sürmeleri, başvuruya ekli Bakanlığın 15.5.2013 tarihli basın açıklamasında da ödemenin yapılan işin çok daha az bir miktarına karşılık geldiğinin belirtilmesi karşısında, başvurucuların düzeltme ve cevap hakkını kullanmalarında hukuki yararlarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bireysel başvuruda, açık ve bariz bir takdir hatası olmadıkça, verilen karar sonucunun esas bakımından adil olup olmadığı konusu incelenemez. Ancak yargılama usulünün adil yargılanma hakkına uygun yürütülmüş olup olmadığı Anayasa Mahkemesinin denetim alanı içerisine girmektedir. Bu durumda bireysel başvurunun kabul edilmesi ve esasının incelenerek, düzeltme ve cevap hakkının reddine ilişkin kararın yeterli gerekçeyi içerip içermediğinin denetlenmesi gerekmektedir.

Açıkladığım nedenlerle başvurunun kabul edilebilir bulunarak, esası yönünden incelenmesi gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun oyuna iştirak edememekteyim.

(2709 S. K. m. 17, 19, 28, 32, 36, 40, 148) (5187 S. K. m. 14, 18) (4721 S. K. m. 24, 25) (6098 S. K. m. 49, 77, 530) (6100 S. K. m. 389) (6216 S. K. m. 45)

RGT: 15.09.2015
RG NO: 29476
GENEL KURUL KARAR
AHMET ÇİNKO VE ERKAN ÇELİK BAŞVURUSU
Başvuru Numarası: 2013/6237
Karar Tarihi: 2/7/2015
Başkan: Zühtü ARSLAN
Başkanvekili: Alparslan ALTAN
Başkanvekili: Burhan ÜSTÜN
Üyeler: Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Recep KÖMÜRCÜ
Engin YILDIRIM
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Erdal TERCAN
Muammer TOPAL

  1. Emin KUZ

Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör: Yunus HEPER
 

No comment

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir